Siyah efendiler, beyaz köleler

Ortaçağ uzmanı tarihçi Jacques Le Goff, dünyayı değiştiren olaylar üzerine okumaları sırasında ve metinler kaleme alırken zihin jimnastikleri yaptığını söylemişti. Tarihin akışını yönlendiren bir olayın başka türlü yaşanmasının nelere yol açabileceğini düşünen Le Goff, böyle bir durumda hem geçmişin hem de bugünün farklı olabileceğini, tarihin tersine dönebileceğini ifade etmişti.

Le Goff’un ve başka tarihçilerin bu türden zihin jimnastikleri bilimsel değildi elbette ama kurmacayı etkileyen bir tarafı vardı. Sömürgecilik döneminin son demlerinde dünyaya gelen, İngiliz bir babanın ve Nijeryalı bir annenin çocuğu olan; cinsiyet ayrımcılığına karşı metin ve eylemleriyle dikkat çeken, Afrika’nın sömürülmesiyle ortaya çıkan politik gerilimleri, ekonomik, kültürel ve sosyal adaletsizlikleri dile getiren Bernardine Evaristo da tarihteki bazı gelişmeleri tersten okumayı ya da düşünmeyi deneyen bir yazar. ‘Beyaz Köle’ başlıklı romanı yazmasını sağlayan temel soru ise “Ya Afrika, Avrupa’yı sömürgeleştirip köleleştirseydi?” olabilir pekala.

Evaristo, romanında beyazların köle, siyahların efendi olduğu bir dünya ve geçmiş kurgularken yeni bir tarihyazımı denemesine girişmekle kalmıyor; ölümleri, cezaları, ahlaki çöküşleri de tersine çeviriyor. Başka bir deyişle köleliği ve sömürgeciliği böyle bir girişimle sorguluyor.

‘MÜKEMMEL BİR BEYAZ ZENCİ’

Başkarakterin Doris Scagglethorpe olduğu ‘Beyaz Köle’de Evaristo, Avrupalı kölelerin hali pürmelalini anlatıyor.

Özgür siyahların yani efendilerin boyunduruğu altında büyüyen Doris, köle ticaretiyle zenginleşenlerin dünyasına küçük yaşlardan itibaren tanık oluyor. Beyazların kaçıp hürriyete kavuşmak için kullandığı Yeraltı Demiryolu’nda olup bitenlere ve direniş hareketlerine de… Kölelerin, sahip olduğu tek araç tabanyavla zorlu çalışma noktalarına gidip döndüğünde nasıl elden ayaktan düştüğüne de…

Beyaz Köle, Bernardine Evaristo, Çevirmen: Ebru Kılıç, 280 syf., Doğan Kitap, 2024.

Ambossa Krallığı’nda köle beyazların ölerek veya bir yolunu bulup kaçarak kurtulduğu bu düzen, Doris’i de eziyor. Sahipleri ve sahibelerinin elinde âdeta paçavraya dönmüş kölelerin bedenleriyle karşılaştıkça özgürlük için mücadele etmesi gerektiğini anlayan Doris, yalnızca işgücünü çoğaltma amacıyla efendileri tarafından üremesi istenen varlıklar olarak görüldüğünü hatırlıyor. Kendisine “mükemmel bir beyaz zenci” derken efendilerinin davranışlarını çözümlüyor: “Ambossalıların bizim insanlığımıza kalplerini nasıl kapattığını görebiliyordum. Kendilerini inandırmışlardı bizim onlar gibi hissetmediğimize, bu yüzden de bizim için hiçbir şey hissetmek zorunda olmadıklarına. İşlerine geliyordu böylesi.”

Doris’in hikayesi ve başından geçenler, medeniyetin sonunu yaşamaya ve görmeye benziyor. Ambossa Krallığı’ndan kurtulma çabası ise özgürlüğe yolculuk anlamı taşıyor. Fakat bu yol zorlu; içinde tehlikeler, işkenceler, duygusal gelgitler, umutsuzluklar, yılgınlıklar ve şiddet barındıran uzun bir zaman dilimi. Yaşadığı adaletsizlikler ve tanık olduğu kayıplar, Doris’in direnme gücünü ve kaçış ümidini canlı tutuyor.

İnsanların siyah ve beyaz diye ikiye ayrıldığını, becerilerinin değil, renginin kaderini belirlediğini yaşayarak öğreniyor Doris. Hayatının büyük bir kısmının âdeta bir köle gemisinde kürek çekip kırbaç yemekten ve aşağılanmaktan ibaret olduğunu da yine aynı şekilde anlıyor. Fredrick Douglass’ın dediği gibi “insanlıktan çıkarıldığını ve kaderine razı gelmesi için güçsüzleştirildiğini” kısa sürede kavrıyor. Bu durum ise yeniden özgürleşmek için ona biraz daha cesaret veriyor.

TARİHİ TERSYÜZ EDEN ROMAN

Alt tabaka insanı olarak büyüyen, kaçırılıp Ambossa Krallığı’nda köle yapılan ve bu cendereden kurtulmak için canını dişine takan Doris, siyahların başına gelenleri yaşayan bir beyaz konumunda. Evaristo, geçmişin bu karanlık sayfasını açıp kölelik tarihinin acı hatıralarını anımsatırken hem tutsaklığın hem de özgürlük için mücadele edenlerin başına gelenleri, Doris’in hikâyesiyle koyuyor ortaya. Zamanın çok yavaş aktığı ve akmıyormuş hissi uyandırdığı, kölelerin işkencelerle ve aşağılanmalarla susturulup sindirildiği ortamdan uzaklaşmak için yollar arayarak umudunu sağlam tutmaya ve hayatta kalmaya çalışan Doris aracılığıyla köleliği yaşayanlara gönderme yapan Evaristo; kültürel, cinsel, ırksal ve dinî ayrımcılığın insanlık dışı durumları hatırlamamızı istiyor. Doris hatırlıyor: “Özgürlük soyut bir kavram hâline gelmişti: Öte taraftaki evim, kutsal ziyafetim, vaat edilen ülkem. Rahatlık sınırlarımın dışında kalan bir şeydi artık. Kaçmaya çalışanların çoğunun, insanı yutan ormanın ötesine geçememiş ve dağların dik yamaçlarını tırmanırken dağ yollarındaki devriyelere yakalanmış olması da vardı tabii. Kaçaklara verilen cezalara sık sık tanık olurdum, ölüm kolay bir seçenek olarak kalırdı bunların yanında.”

Evaristo, ‘Beyaz Köle’de Doris’in hikayesi üzerinden, vakti zamanında siyahların yaşadıklarını beyazlara uyarlamış. Özgürlüğü elinden alınan ve birer meta gibi efendiden efendiye geçen beyaz köleler yardımıyla tarihi tersyüz ederek sömürgeciliğe ve köleliğin insanlık dışılığını bir kez de böyle anlatıp hatırlatmayı deneyen yazar, yakın ve uzak geçmişin yaşanmışlıklarını, özgürlük ve eşitlik mücadelesini yeniden kurgulamış. Kısacası Evaristo, herhangi bir önyargı ve adaletsizlik yaratmadan hepimizi bir zamanlar kölelik ve sömürgecilik tezgâhından geçmiş insanların yerine koymaya, haklarını teslim etmeye çağırıyor.